Bu Gemi.. ‘Nasıl Rota Şaştı’

Şimdi yeniden hatırlayalım; Türkiye’nin çok partili hayata geçiş sürecini ve toprak reformu çalışmalarını…

1934-38 arasında topraksız köylüye çok ciddi oranda, 90.000 kadar aileye yaklaşık üç milyon dönüm toprak dağıtılmıştı.

Amaç; topraksız köylüyü sahibi olacağı toprakta üretici hale getirmekti.

1950’de, Demokrat Parti’nin tek başına olduğu dönemde bu kanunun bazı maddeleri değiştirildi, bazı yeni maddeler eklendi ve sonuçta, yukarıda sayılan gerekçelerdeki kanunun ruhu değiştirilerek uygulanmaktan vazgeçildi.[1]

Cumhuriyetin ilk kurulduğu yıllarda Türkiye’nin nüfusunun yaklaşık %80’inin köylerde yaşadığı ve köylerin %90’ında okul olmadığı düşünüldüğünde, Cumhuriyet Köyleri Projesi bir kurtuluş reçetesiydi.

Aydınlanmış halk özgür iradesiyle feodal ağalığın pençesinden kurtulacaktı.

Bu projeyi hayata geçirecek insan kaynaklarının yetiştirilmesi Millet Mektepleri, Halk Dershaneleri, Köy Öğretmen Okulları, Köy Eğitmen Kursları, Köy enstitüleri ve Halkevleri ile düşünülmüştü…

17 Nisan 1948 tarihli bir genelge ile Köy Eğitmen Kursları kapatıldı.

19 Ocak 1932’de Halkevleri faaliyetlerine başlamıştı. Amaç; eğitim-kültür ve aydınlanma seferberliğiyle aydın, bilgili ve bilinçli bireyler yetiştirmekti.

Köy Enstitüleri 27 Ocak 1954’te tamamen kapatıldı.

Sovyet tehdidini unutmayan Türk siyasetçileri, 40’lı yılların sonlarından 60’lı yılların ortalarına kadar bütünüyle Batı ve özellikle ABD paralelinde bir dış politika yürütecek;

Türkiye üzerindeki bu eski Sovyet talepleri Türkiye’nin iç ve dış politikasında, ekonomik ve diplomatik tercihlerinde uzun yıllar boyunca etkili olacaktır…

Gümüşhaneli; Nakşibendi Tarikatı Yayılıyor…

1949 yılında, hükümet kararnamesi ile Kur’an kursları açıldı[2] ve bunu, 1951 yılında açılan İmam Hatip Okulları izledi.

1925’de kapatılan tekkelerin, 21 Ocak 1950’den itibaren başka görüntüler altında yeniden faaliyet göstermesine izin verildi.

1950’de ilk kez Gazetecilik Enstitüsü kurulduğunda enstitünün başkanlığına Ord. Prof. Şükrü Baban, ardından da Prof. Sabri Ülgener getirildi.[3]

Şeyhlerin odak noktası ne ilginçtir ki yine Nakşibendi Tarikatı oldu.

Prof. Dr. Emre Kongar bu konuda şöyle diyor;

‘Başlangıçta örtülü gericilik akımlarının dinsel alanda ortaya çıkmasına izin verilmemekle birlikte, dine karşı tutum, bir önceki döneme oranla çok yumuşaktı.

Sonradan bu yumuşaklık, başbakan olarak Menderes’in Nur Cemaati Lideri Said-i Nursi’nin elini öpmesine kadar uzanan bir din sömürücülüğüne kadar gidecekti’[4]

Peki, Şeyh Halid’e ne oldu?

Şeyh Halid’in Anadolu baş halifesi Seyit Taha idi, atadığı halifelerle hiç hız kesmeden yayılmayı sürdürüyordu hala da sürdürüyor…

Amasya ve çevresinde İsmail Şirvani, Şeyh Fevzi Molla, Hamza Nigari;

Karadeniz’de Şeyh Feyzullah Erzurumi, Süleyman Ervadi ile Ahmed Diyauddin Gümüşhanevi;

Kastamonu ve civarında Ahmed Siyahi;

Urfa ve civarında Hartavizade Şeyh Muhammed Hafız Ruhavi;

İç Anadolu, Konya, Akdeniz ve Kırım bölgelerinde Şeyh Muhammed Kudsi;

Erzurum, Erzincan, Kudüs ve özellikle Mekke bölgelerinde Abdullah Mekki Halid-i Nakşibendi Tarikatı’nın yayılmasında önemli rol oynadılar.

Irak ve İran’da tarikatın yayılışının öncüsü ise Osman Siraceddin Tavili oldu.

Kafkasya ve Kazan bölgelerinde yine Şirvani ile Muhammed Dağıstani irşadla görevlendirilmiş, Şirvani, Kafkas Kartalı Şeyh Şamil’i halifesi atamış ve Şamil üzerinden Halidi Tarikatını tüm bölgeye yaymıştı[5].

İstanbul’a gelince…

Tarikatı İstanbul’da yaymaya çalışan kişi, Şeyh Halid’in ilk halifesi olan yeğeni Muhammed Salih’ti.

O başarısız olunca geri çağrılmış, yerine Abdulvehhap Susi’yi irşadla görevlendirilmişti.

Sonrasında Şeyh Halid ile Susi arasında bir anlaşmazlık çıkınca, bu kez yerini Muhammed Firaki almış, onun girişimleriyle Sultan Abdulmecit Han’ın emriyle Şeyh Halid için bir türbe dahi inşa edilmişti.

Bu türbenin hangisi olduğu ve günümüze ulaşıp ulaşmadığını bilmiyoruz.

Şeyh Susi’den sonra İzmirli Ahmet Eğribozi İstanbul’da irşada geçti; pek çok akademisyen ve bürokrat onun devrinde bu tarikata geçiş yaptı.

İstanbul’da görev yapan Şeyh Halid’in halifelerinden biri de Abdullah Hani’ydi. Üsküdar bölgesinde de Abdülfettah Akri görevlendirilmişti.[6]

Süleyman Ervadi döneminde Halidilik kalıcı bir hale dönüştü ve hem muhafazakar halk, hem de devlet ve ilim kadrolarındaki kişiler bu tarikata gönülden bağlandı.

Şeyh Ervadi’nin Ahmed Diyaüddin Gümüşhanevi’yi irşad etmesiyle de tarikatın merkezi Fatma Sultan Camii’ne taşındı, ‘Gümüşhaneli’ adıyla İstanbul’un en ünlü mekanı oldu.

Şeyh Halid’in ünlü halifelerden Şeyh Ahmed Ziyaeddin Efendi(1813-1893)’[7]nin İstanbul’da ün kazanması işte bu döneme rastlıyor…

Ziyaeddin, Gümüşhaneli bir tüccarın oğluydu.

İstanbul’a geldi; önce Beyazıt, ardından Mahmud Paşa medreselerinde dini eğitim aldı. Kürt Hoca lakabıyla tanınan Nakşibendi şeyhi Abdurrahman el-Harputi’nin öğrencisi oldu.

1844’te müderrislik icazeti aldı; Beyazıt Medresesi’nde dersler vermeye başladı.

1848’de, Üsküdar’daki Alacaminare Tekkesi’nde Mevlana Halid-i Bağdadi’nin halifelerinden Abdulfettah Ukari’yle tanıştı ve onun aracılığıyla Trablusşam Müftüsü Ahmed Ervadi’ye bağlandı.[8]

Ve 1859’da Gümüşhanevi(Gümüşhaneli) Dergahı olarak bilinen Fatma Sultan Cami’nde ilk irşada başladı:

 ‘Fatma Sultan Camii, 19’ncu yüzyıl ortalarında(1863-64)’den sonra Gümüşhaneli Ahmed Ziyaüddin Efendi’nin kurduğu bir Nakşibendi tarikatının Halidi kolu dergâhına bağlanarak bu müessese, tekke, dergâh ve zaviyelerin 1925’de resmen kaldırılmasına kadar İstanbul’un en başta gelen tarikat merkezlerinden biri olmuştur.’[9]

Fatma Sultan Cami, 1827’de inşa edilmişti.

Cami’ye adını vermiş olan Fatma Sultan, Padişah 3’ncü Ahmed’in kızıydı.

22 Eylül I704’de doğdu. Henüz beş yaşında iken, 1709’da, Silahdar Ali Paşa ile nikahı kıyılmış; 13 yaşında iken, Ali Paşa’nın vefatı üzerine Nevşehirli İbrahim Paşa ile evlendirildi.

3 Ocak 1733′ de vefat etmiş, Yeni Cami Türbesi’ne defnedildi.

Fatma Sultan Cami, Osmanlı devrinde eski Babıali şimdiki Valiliğin üst tarafında, Ankara caddesini Alayköşkü caddesine bağlayan evvelce adı Fatma Sultan caddesi olan Hükümet Konağı sokağı üzerinde bulunuyordu.[10]

Şimdilerde varlığı yok ise de maneviyatıyla gönüllerde yaşadığı bir gerçektir…

Ziyaüddin Efendi, 1894’te vefat ettiğinde kabri, Sultan 2’nci Abdülhamid’in emriyle, Süleymaniye Cami’nde bulunan Kanuni Sultan Süleyman’ın türbesinin hemen yanına yerleştirildi.

Ondan sonra tekkesi hep Gümüşhaneli(Gümüşhanevi) olarak anılmaya başlandı[11]

Şeyh Halid’in yolunda yürüyen Şeyh Ahmed Ziyaeddin Efendi devri boyunca 116 halife yetiştirdi. Kendinden sonra gelen halifeleri şöyle sıralanıyor;

‘Şeyh Hasan Hilmi Efendi, Şeyh İsmail Necati, Şeyh Ömer Ziyaeddin Efendi, Katip Şeyh Mustafa Feyzi Efendi, Hasib Efendi ve Kazanlı Abulaziz Bekkine…’

Şeyh Ziyaüddin Efendi’den sonra, Gümüşhanevi Dergahı’nın başına Safranbolulu İsmail Necati Efendi geçti.

Necati Efendi, 1840’da doğmuştu. İstanbul’da Bayezid Cami’nde hocalık yapmış ve dini bir alim olarak Huzur derslerine katılmıştı.

Necati Efendi, 1918’de vefat etti, kendinden önceki şeyhlerin yanına Süleymaniye Camii türbesine defnedildi.

Necati Efendi’nin oğlu ve Prof. Sabri Ülgener Bey’in babası Mehmed Fehmi Efendi de babasından aldığı icazetle,1892’de, Bayezid Camisi’nde hocalık yapmıştı.

1921’de İstanbul müftüsüydü[12].

Oğlu Sabri Ülgener Gümüşhaneli Dergahı içinde yer alan iki odalı bir yerde dünyaya geldi.

Türkiye’ye uluslararası medya dünyasının kapısını açan ve medyaya akademik kadroları kazandıran Prof. Sabri Ülgener Aşiyan ve İstanbul Erkek Lisesi’nden sonra, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi.

Hocası Prof. Rustow’un direktifleriyle lisansüstü eğitim için Harward Üniversitesi’ne gitti. Bir buçuk yıl kaldığı ABD’den doçent olarak döndü.

1951’de profesör oldu.

Ülgener’in 1950 yılına kadar Türkiye’de gazetecilik eğitimi yoktu. Ama Hürriyet gazetesi sahibi Sedat Simavi, İstanbul Üniversitesi Rektörü Ord. Prof. Sıddık Sami Onar’la yaptığı işbirliği sayesinde, üniversite bünyesinde Gazetecilik Enstitüsü’nün kurulmasını sağlamıştı.

29 Kasım 1950’de kurulan enstitünün ilk başkanı Ord. Prof. Şükrü Baban, 1952-1956 yılları arasında ise Prof. Sabri Ülgener’di[13]; Müslümanlığın kapitalizmle bağdaşabileceğini söylüyordu[14].

Osmanlı’dan bu yana devrin önde gelen alimlerini-münevverlerini Gümüşhanevi’nde bir araya getirme ‘geleneği’ Kazanlı Abdulaziz Bekkine Efendi(1895-1952) ile de sürdü.

Tüccar bir aileden gelen Bekkine, Beyazıd Medresesi’nde eğitim almıştı. Orada Nakşibendi şeyhi Küçük Hüseyin Efendi ile tanışmış, şeyhi ölünce de dergahın postnişi olmuştu.

Abdulaziz Bekkine, üniversite hocalarından ve öğrencilerinden oluşan geniş bir akademik çevreyi kendisinden sonra dergahın başına geçen Şeyh Mehmet Zahit Kotku’ya devredecektir.

Mehmet Zahid Kotku, bir dönem Türkiye’nin en ünlü şeyhiydi.

Tanınmışlığı talebelerinden geliyordu. Necmettin Erbakan, Turgut Özal, Korkut Özal, Recai Kutan, Kemal Unakıtan, Temel Karamollaoğlu, Kahraman Emmioğlu, Ömer Dinçer gibi nice politikacı, Kotku’nun öğrencisi olmuştu’[15].

Şeyh Bekkine döneminde başlayan, akademisyenleri, üniversite öğrencilerini dergaha getirme geleneği Şeyh Mehmet Zahit Kotku devrinde de sürüyordu…

1971’de, Anayasa Mahkemesi Milli Nizam Partisi kapatınca, Necmettin Erbakan Milli Selamet Partisi’ni kuracaktır. 1973 gene seçimlerine az bir süre kala, adaylar YSK’na bildirilirken, MSP’nin milletvekili adaylarını Şeyh Mehmet Zahid Kotku seçecek; huzurdan geçmeyen adaylar ise dergaha getirilip Şeyh’in eli öptürülecektir.[16]

Erdal Sarızeybek

Kitap:

Büyük Suikast/Kürt Gerçeğinde Bilmediklerimiz


[1] Sinan Meydan, ‘Akl-ı Kemal, Atatürk’ün Akıllı Projeleri’ cilt II, s. 157, İnkılap Yayınevi, 2012.

[2] Uğur Mumcu, ‘Rabıta’, s. 81, UM: AG Yayınları, 2007.

[3] Yalçın, ‘Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı, Efendi 2’, s. 434.

[4] Kongar, ’21. Yüzyılda Türkiye’, s. 151.

[5] Mevlana Halid Bağdadi, ‘Halidiye Risalesi’, s. 39, çev: A. Suat Demirtaş, Semerkand Yayınları, 2011.

[6] Bağdadi, ‘Halidiye Risalesi’, s. 38.

[7] Şeyh Ahmed Diyaüddin veya Ziyaeddin; Halidiye Risalesi’nde ‘Diyaüddin’(bkz: Risale s. 38.), Efendi-2’de’Ziyaeddin’(bkz: Efendi-2, s. 72) olarak geçiyor. Tarihsel sürece bakıldığında aynı kişiler olduğu görülüyor.

[8] Soner Yalçın, ‘Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı, Efendi-2’, s. 72, Doğan Kitap, 2008.

[9]Prof. Dr. Semavi Eyice, ‘Fatma Sultan Camii Ve Gümüşhaneli Dergâhı’, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, C. 43 İstanbul, 1987.

[10] Eyice, ‘Fatma Sultan Camii Ve Gümüşhaneli Dergâhı’, C. 43 s. 476.

[11] Yalçın, ‘Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı, Efendi-2’, s. 72.

[12] Eyice, ‘Fatma Sultan Camii Ve Gümüşhaneli Dergâhı’, C. 43.

[13] Yalçın, ‘Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı, Efendi 2’, s. 434.

[14] Yalçın, ‘Siz Kimi Kandırıyorsunuz’, s. 52, Doğan Kitap, 2013.

[15] Yalçın, ‘Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı, Efendi-2’, s. 79.

[16] Yalçın, ‘Hangi Erbakan’,s. 65, Su Yayınları, 1999.

Exit mobile version