Bu Tren ‘Raydan Nasıl Çıktı’

22 Nisan 1947’de Truman Kongre’den yardım yetkisini aldı.

Truman Doktrini olarak tarihe geçti.

4 Temmuz 1948’de, savaş sonrası ekonomilerini tükenmiş olan Avrupa ülkelerini yeniden canlandırmak için ABD Dışişleri Bakanlığı’nın başlattığı ekonomik yardım planına Türkiye dahil edildi.

Bu da Marshall Planı olarak tarihe yazıldı.

Sovyet Devleti Başkanı Stalin’in tehditleri karşısında ABD’ye yönelen Türkiye, ilk önce 1947’de ‘Truman Doktrini’ çerçevesinde 100 milyon dolarlık askeri yardım almakla Cumhuriyet kuruluş felsefesinde yer alan ‘öz kaynakların işletilmesi’ siyasetini terk etmiş, ABD’ye borçlanmakla kendine yeni bir yol açmıştı.

Marshal Planı’nın ABD Meclisi’nce kabul edilmesi üzerine, dağıtılacak yardımın adil ve eşit olabilmesi için 16 Avrupa ülkesi bir araya gelerek ‘Avrupa İktisadi İşbirliği Teşkilatı’ kurdular.

Sonradan OECD[1] adını alacak olan bu teşkilata Türkiye, 1960 yılında üye olacaktır.

Ardından Marshall yardımı için Türkiye ve 16 Avrupa ülkesi sıraya girdiler ve 22 Eylül 1947’de bir ‘Ekonomik Kalkınma Programı’ hazırlayıp ABD’ye sundular. Yunanistan başta olmak üzere Türkiye dahil, Avrupa ülkelerinin sunduğu teklifleri inceleyen ABD altı milyar dolarlık yardım paketini ilgililere gönderdi.

Türkiye de payına düşeni alacaktır[2].

İkinci Dünya Savaşı sonrasında, hep Sovyet tehdidine bağlı olarak ABD-İngiltere öncülüğünde bu karşı yapılanma devam etti…

17 Mart 1948’de, İngiltere, Fransa ve Benelüx grubu ülkeleri ‘Batı Avrupa Birliği’ni kurdular.

Sonradan ‘Avrupa Birliği’ adını alacak olan bu teşkilata da Türkiye, 1959’da yılında üyelik için başvurusunu yapacak, yıl 2014, bu başvuru hala kesin bir sonuca kavuşamayacaktır.

Dünyaya ‘komünizm tehlikesi’ olarak duyurulan Sovyet Rusya’nın yayılmacı politikaları karşısında, 1948’e kadar bölgesel ülkeleri parasal yardımlarla destekleyerek pasif savunma tedbirlerine başvuran Amerika’nın bu politikası bir yıl sonra değişecek..

Ortak savunma ve güvenlik ihtiyaçlarına bir cevap olarak 4 Nisan 1949’da NATO[3] kurulacaktır.

Hepsi bu değildi, dahası vardı…

Cumhuriyet köyleri yıkılıyor…

Şimdi yeniden hatırlayalım; Türkiye’nin çok partili hayata geçiş sürecini ve toprak reformu çalışmalarını…

1934-38 arasında topraksız köylüye çok ciddi oranda, 90.000 kadar aileye yaklaşık üç milyon dönüm toprak dağıtılmıştı.

Amaç; topraksız köylüyü sahibi olacağı toprakta üretici hale getirmekti.

Bu kanuna yönelik eleştiriler artınca bu kanunu getiren ve ısrarla savunan Ziraat Bakanı Şevket Raşit Hatipoğlu, Ağustos 1945’te bakanlıktan ayrılmış ve yerine bu kanunun baş muhalifi büyük toprak sahibi Cavit Oral, Ziraat Bakanı yapılmıştı.

Dönemin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu, yaptığı ve itiraza uğramayan bir açıklamayla işin perde arkasını şöyle anlatıyordu;

‘Dönemin Başbakanı’nın anlattığına göre, Toprak Kanunu tasarısı hazırlandıktan sonra, aralarında Adnan Menderes’in de bulunduğu altı yedi kişilik bir toprak sahibi milletvekili grubu kendisini ziyaret edip tasarıda kendi lehlerine değişiklikler istemişlerdir.

Saraçoğlu şöyle diyor; Bilhassa Adnan Menderes son bir gayretle, ameleye toprak vermemek ve verdirmemek için elden(gelen) gayreti sarf etmişti.’[4]

1950’de, Demokrat Parti’nin tek başına olduğu dönemde bu kanunun bazı maddeleri değiştirildi, bazı yeni maddeler eklendi ve sonuçta..

Yukarıda sayılan gerekçelerdeki kanunun ruhu değiştirilerek uygulanmaktan vazgeçildi.[5]

Yıl 2014, Toprak Reformu hala yapılamamış olup Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde toprak ağaların elindedir.

 AKP Hükümeti üretime değil, toprağın tapusuna teşvik verdiği için, tapu da ağaların elinde olduğu için, köylü çalıştığı ve ürettiği toprakta teşvik alamamaktadır.

Toprak reformu yapılamadığından da feodal ağalık düzeni yıkılamamıştır.

Cumhuriyetin ilk kurulduğu yıllarda Türkiye’nin nüfusunun yaklaşık %80’inin köylerde yaşadığı ve köylerin %90’ında okul olmadığı düşünüldüğünde, Cumhuriyet Köyleri Projesi bir kurtuluş reçetesiydi.

 Aydınlanmış halk özgür iradesiyle feodal ağalığın pençesinden kurtulacaktı.

Bu projeyi hayata geçirecek insan kaynaklarının yetiştirilmesi Millet Mektepleri, Halk Dershaneleri, Köy Öğretmen Okulları, Köy Eğitmen Kursları, Köy enstitüleri ve Halkevleri ile düşünülmüştü…

Hatırlayalım Sinan Meydan’ın şu sözlerini;

‘Çatısında al bayrağın dalgalandığı beyaz badanalı, tek katlı küçük köy okulları köylere Cumhuriyeti, uygarlığı, bilgiyi, aydınlanmayı getirmişti. Öğretmen köye tarımda, hayvan bakımında sağlık konusunda bilgice yardımcı oluyordu. Köy İhtiyar Heyeti’nin katipliğini yapıyordu.

Köylü, el altından dinsiz diye tanıtılan köy eğitmenlerinin dini de iyi bildiklerini görüp ayılmaktaydı. Öğretmen köylüyle aynı dili konuşuyordu; Hepsi köy kökenliydi çünkü. Köyü, köylüyü iyi biliyordu. Köy için yetiştirilmişlerdi.’

17 Nisan 1948 tarihli bir genelge ile Köy Eğitmen Kursları kapatıldı.

19 Ocak 1932’de Halkevleri faaliyetlerine başlamıştı. Amaç; eğitim-kültür ve aydınlanma seferberliğiyle aydın, bilgili ve bilinçli bireyler yetiştirmekti.

Hatırlayalım Sinan Meydan’ın sözlerini;

‘Halkevleri, o döneme kadar gençlerin okul ve arkadaş çevresiyle, yetişkinlerin cami ve tarikat çevresiyle sınırlı olan mekansal çerçeveyi genişletmesi ve böylece yeni ve çağdaş bir toplumsal katılım anlayışı yaratması ile sosyal bir devrim niteliği taşımaktadır’.

Halkevleri 2 Mayıs 1951’de kapatıldı, ancak 21 Mayıs 1961’den sonra Kültür Dernekleri adıyla yeniden çalışmaya başlayacaktır.

Köy Eğitmenleri Projesinden amaç; köy öğretmeni ve meslek erbabı yetiştirmekti.

Tarım, büyük ve küçükbaş hayvancılığı, inşaat, müzik, el sanatları gibi köylünün günlük yaşamının ayrılmaz parçası olan bu alanlarda yetiştirilen kız öğrencilere köy hayatının geliştirilmesinde önemli bir vazife verilmişti.

 Tarlalarda ve sınıfta fedakarlık ruhu içinde pratik eğitim gören Enstitü mezunları, köylerde cehalet, yoksulluk, bağnazlığın amansız düşmanıydılar. Özellikle kız mezunlar, gönderildikleri köyün öğretmeni, ebesi ve sağlık memuru olmuşlar, köy yaşamında önemli birçok eğitim ve hizmet işlerini büyük bir coşku içinde yerine getiriyorlardı.

Köy Enstitüleri 27 Ocak 1954’te tamamen kapatıldı.

Türkiye’nin Batılı demokratik ülkelerle ve özellikle ABD ile olan yakınlaşması, Türkiye’de

1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi ve çok partili sistemin hayata geçmesiyle daha da hızlandı.

 Türkiye, 1950’deki Kore Savaşı’na, 25 Temmuz 1950’de aldığı kararla 4.500 asker gönderdi, 18 Şubat 1952 tarihinde Yunanistan’la birlikte NATO’ya kabul edildi.[6]

Tüm bunlar hep Sovyet tehdidiyle başlamıştı ama 30 Mayıs 1953’de, Sovyetler Birliği Türkiye’ye gönderdiği nota ile İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya attığı Boğazlar ve Kars-Ardahan taleplerinden vazgeçtiğini resmen açıklayacaktır.

Sovyet idarecilerinin bu açıklamaları da Türkiye’yi bu körlemesine Batı’ya kayan siyasetini doğrultmaya yetmeyecekti;

Türkiye, 1945’te olduğu gibi 1953’den sonra da Batı’yla yakınlaşmaya devam edecek ve Soğuk Savaş’ta tercihini Batı Blok’undan yana yapacak, bu da ABD’nin Türkiye’de üzerindeki etkisi daha da arttıracaktı.

Sovyet tehdidini unutmayan Türk siyasetçileri, 40’lı yılların sonlarından 60’lı yılların ortalarına kadar bütünüyle Batı ve özellikle ABD paralelinde bir dış politika yürütecek;

Türkiye üzerindeki bu eski Sovyet talepleri Türkiye’nin iç ve dış politikasında, ekonomik ve diplomatik tercihlerinde uzun yıllar boyunca etkili olacaktır…

Türkiye, Atatürk’ün öngördüğü Doğu’daki sorunlara çözüm siyasetinden uzaklaşarak Batı’ya yönelirken aynı zamanda Cumhuriyet’in laik değerlerinden de uzaklaşıyor, Atatürk devrimleriyle güç kaybetmiş olan şeyhleri yeniden sahaya çıkaracak bir dini siyasete de yelken açıyordu…

Kitap:

Büyük Suikast/Kürt Gerçeğinde Bilmediklerimiz


[1] OECD; Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı(İng: Organisation for Economic Cooperation and Development).

[2] Armaoğlu, ’20. Yüzyıl Siyasi Tarihi’, s. 443.

[3] NATO; Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı(İng: North Atlantic Treaty Organization).

[4] Prof. Dr. Cem Eroğul, ‘Demokrat Parti, Tarihi ve İdeolojisi’, s. 29, İmge Kitabevi, 1998.

[5] Sinan Meydan, ‘Akl-ı Kemal, Atatürk’ün Akıllı Projeleri’ cilt II, s. 157, İnkılap Yayınevi, 2012.

[6] Ertem, ‘Türkiye Üzerindeki Sovyet Talepleri ve Türk-Sovyet İlişkiler (1939-1947)’ s. 271.

Exit mobile version