İşin Rengi Değişiyor.. ‘Bir Dava Daha’

AFGANİSTAN ve Suriye’de gerçekleşen terör saldırılarında ölen ya da yaralanan Amerikalı asker ve aileleri adına, ABD’de Halkbank ve Reza Zarrab’a tazminat davası açıldı.

New York Güney Bölgesi Federal Mahkemesi’nde açılan davada, Zarrab ve Halkbank’ın, teröristlerin saldırılarına yardım etmek ve saldırıları içeren bir komploya katılmaktan sorumlu tutulması istendi.

151 ŞİKAYETÇİ

Davacılar, 2012’den 2020’ye kadar Afganistan’da gerçekleştirilen 27 saldırının ve 2012’den 2013’e kadar Suriye’deki bir saldırının mağduru 151 kişiden oluştu. Davada Zarrab ve Halkbank’ın “2012’den 2016’ya kadar terörle mücadele yaptırımlarını aşarak İslam Devrim Muhafızları’na bağlı olarak bilinen İran Ulusal Petrol Şirketinin terör operasyonlarını finanse etmesine sistematik olarak yardımcı oldukları” iddia edildi.

SAVUNMA İSTENİYOR

Sözcü Gazetesi’nde yer alan haberde, dilekçede sanıkların, terör ve şiddet içeren faaliyetlere yardım ettiklerinin farkında olarak hareket ettikleri ileri sürüldü. Ayrıca İran’ın petrol gelirlerini aklamaya yönelik bir planı kasıtlı olarak başlatıp gizledikleri, bunu neden ve kimin için yaptıklarını bildikleri iddiası da yer aldı. Hakim, şikayetin bir kopyasının 1 Ekim’e kadar bankanın temsilcilerine gönderilmesini, Halkbank’tan da 29 Ocak’a kadar yanıt vermesini istedi.

ZARRAF DAVASI NEDİR

Araştırmacı yazar Erdal Sarızeybek, Usta’nın Göremediği Siyasi Tuzak adlı kitabında ‘17/25’te işin gerçeği ne oldu’ diyerek yaşanan olayları şöyle sıralıyor; İşin aslı 17/25 yolsuzluk operasyonu olarak anılan bu vaka tek başına bir iş değil, birbirine bağlı zincirleme giden bir olaylar zinciri…

İlk olay, 17 Aralık 2013’te oldu; İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca, iş adamı, bürokrat ve memurların da bulunduğu çok sayıda kişiye yönelik ‘kara para aklama’, ‘altın kaçakçılığı’ ve ‘kamu görevlilerine rüşvet’ iddialarıyla operasyon başlatıldı. Operasyonda gözaltına alınan 66 kişiden iş adamı Rıza Sarraf, Salih Kaan Çağlayan ve Barış Güler’in de arasında bulunduğu 14 kişi tutuklandı. Böylesi bir derin operasyon karşısında hükümetin karşı atağa geçmesi beklenirken, şaşırtıcı bir şekilde hemen ertesi gün gazeteci Fehmi Koru, Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan’ın talimatıyla Fetullah Gülen’le görüşmek üzere ABD’ye gönderildi.

Ne için?

Uzlaşmak için ama bu arayıştan bir sonuç çıkmadı. Aksine ikinci operasyon geldi, 25 Aralık 2013, bu kez Başbakan Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın da arasında olduğu 96 kişi hakkında gözaltı kararı alındı. Durumun ciddiyeti bu operasyonla anlaşılmış olsa gerek ki soruşturmayı yapan polisler değiştirildi, yeni gelenler de gözaltı kararlarını uygulamayınca, ortalık hepten karıştı.

Üçüncü olay, 19 Ocak 2014’te yaşandı. Adana Cumhuriyet Savcılığının talimatıyla 3 TIR’ın durdurularak aranmasıyla bir operasyon daha başlatıldı.  Başbakan Erdoğan olayla ilgili yaptığı açıklamada, ‘Savcı, benim iznim, Adalet Bakanlığı’nın haberi olmadan böyle bir müdahalenin içine giremez. Milli İstihbarat Teşkilatı’nın ne getirip ne götürdüğüne bakamaz. Bu, paralel yapılanmanın diğer bir versiyonudur. Kısa bir zaman önce atılan adımın devamıdır’ diyerek operasyonlar arasında bir bağ olduğunu ilk kez kamuoyuna duyurdu.

Zarrab vakasını biliyoruz, milyarlarca dolar, hayali ihracat, İran, rüşvet ve yolsuzluk diye sıralanıyor, peki bu MİT TIR’larıyla ne taşınıyordu ve de nereye?

Sevkiyatın görüntüleri olaydan dört ay sonra ortaya çıktı, 29 Mayıs 2015, Cumhuriyet Gazetesinde ‘İşte Erdoğan’ın yok dediği silahlar’ başlığıyla yayımlandı. Haberde, Milli İstihbarat Teşkilatı’na ait TIR’larla Suriye’deki gruplara silah sevk edildiği iddia ediliyor, kanıt olarak da savcılık dosyasından alındığını belirtilen görüntüler veriliyordu. Daha sonra yasaklanan bu görüntülerde, ilaç kutularının altından çıkan havan topu mermileri ve diğer mühimmat görülüyordu. Haberi yapanlar hakkında dava açıldı, soruşturma durduruldu.

Bu operasyonlara konu olan olaylara bakıldığında, Zarrab üzerinden İran’a yönelik yaptırımların delinmesiyle ortaya çıkan ‘altın kaçaklığı ve yolsuzluk’ ile MİT TIR’ları üzerinden yabancı bir ülkeye yapılan silah sevkiyatının soruşturma konusu olduğunu görebiliyoruz.

İlk konu, İran’a yaptırım meselesi ki bunun arkasında İsrail var. ABD zaten bu yaptırımları kendisi için koymamıştı ki, İsrail’i koruyabilmek adına bu işe soyunmuştu, İran’ın nükleer silah üretim faaliyetlerini engellemek istiyordu.

Bakmayın siz Zarrab diyerek, Ebru Gündeş diyerek, kaçak yalı diyerek işi magazinleştirip dikkat dağıtmaya çalışanlara bakmayın, onların kimi figüran kimi sahnenin dekoru ama asıl oyuncu İsrail. Zaten İsrail’i açığa vuran olaylar bugün de yaşanmıyor mu? Neredeyse her gün ABD İran’ı tehdit ediyor, dünya ‘ha vurdu ha vuracak’ endişesiyle İran’a karşı yapılacak operasyonu bekliyor. Endişe içerisinde çünkü İran vurulursa Ortadoğu hiç beklenmedik olaylara sahne olabilir, güç dengeleri bir anda bozulabilir, sonrasının da nereye kadar gidebileceğini şu anda kimse kestiremez.

Dolayısıyla İran’ın vurulması bu aşamada pek olası görünmese de, yaptırımlarla hizaya getirilmek istendiği ortada. Dolayısıyla Usta’nın ‘yaptırımları delmek’ pahasına milyarlarca dolarlık para akışını Zarrab üzerinden İran’a yönlendirmesiyle, İsrail’in hedefi haline geldiğini görebiliyoruz.

MİT TIR’ları üzerinde yapıldığı ileri sürülen silah sevkiyatına gelince… 

Bu da İsrail’in konusu çünkü bu silahların Suriye ve Lübnan’da başta Hizbullah olmak üzere diğer İsrail karşıtı dinci grupların eline geçmesi ciddi bir tehdit teşkil ediyor.  Bu noktada İsrail’in iyi çözümlenmesi gerekiyor, asıl amacının doğrudan İran’ı vurmak değil, önce Esad rejimine bu sayılan gruplar eliyle verilen desteği kesmek olduğunu düşünmek gerekiyor. Sonra bu rejimi devirip yerine İsrail yanlısı bir yönetimi işbaşına getirebilmek ve ardından Lübnan’daki Hizbullah örgütünü enterne ederek İran’ı yalnızlaştırmak, nihayetinde tehdit hala devam ederse, son çare İran’ı vurmak. İşte İsrail’in öncelikleri böyle sıralanıyor. 

Asıl hedef İran, İsrail’in bu coğrafyada kendi varlığına karşı gördüğü en ağır tehdit; nükleer silah sahibi bir İran’ın İsrail’i yok edebileceği düşüncesi hep vardı, şimdi de var. Yani? Yani ’yaptırımlarını deldiniz’ iddiasıyla davayı açan Amerika olsa da bu işten asıl rahatsız olan İsrail, ABD’yi bu konuda harekete geçiren de İsrail. Tabii bu noktada Esad’a karşı muhalifleri destekleyen hatta bu amaçla Türk Ordusunu Suriye topraklarına gönderen Türkiye ayrı bir önem kazanıyor.

Erdal Sarızeybek

Araştırmacı yazar

Exit mobile version