Özel Haber

Karabekir Paşa Haklıydı.. ‘Bu Bir Tuzak’

Karabekir Paşa emperyalizmin tuzağına düşen Ermeniler için yazık oldu diyor ve anılarında şöyle diyor;

‘‘İşte bu melekler gibi yaşayan bu halktır ki, Avrupa siyasetine kurban olarak birbirini boğazlayacak ve birbirinin evini barkını yakacaktır’.

O yıllara gidelim..

Birinci Dünya Harbinde, geçelim irili ufaklı devletleri, bizim coğrafyamızda asıl savaş dört büyük dev arasında yaşandı; bir yanda İngiltere-Rusya, diğer yanda Almanya ve Osmanlı…

Savaş başlar başlamaz -Osmanlı’yı saf dışı bırakıp- iki dev güç batıdan ve doğudan Almanya’yı kıskaca alabilmek için aynı anda harekete geçtiler.

İngilizler Basra Körfezine çıkarma yaptı.

20 Kasım 1914’te Basra işgal edildi.

Osmanlı orduları savaşarak Kerkük- Musul istikametinde geri çekilmeye başladı.

Aynı süreçte Ruslar, Kasım 1914’te, Kars’tan ilerleyerek Ağrı’yı işgal ettiler.

Sarıkamış harekatı başarısızlığa dönüşünce, Erzurum-Van istikametinde işgali hızla derinleştirdiler. Aynı zamanda İran üzerinden Hakkari bölgesine girdiler, Şemdinli’ye dayandılar.

Öte yanda…

Büyük harbin kaderi üzerine etkili olmasa da, Osmanlı’nın bu işgale karşı direnişini zayıflatabilmek için ilk Ermeni isyanı 1914’te Zeytun bölgesinde başlatıldı.

İsyan etkili olamadı, kısa sürede bastırıldı.

Bu isyan bir Ermeni devleti kurmak için yapılmış bir isyan olarak görülmemeli. Bu Ermeniler kör bir umutla yola çıktılar, acaba ‘savaş sonrası bir devlet kurabilir miyiz’ umuduyla Rus işgalini desteklediler, Osmanlı’yı zorladılar.

Tabi çok uzun yıllar Osmanlı tebası olarak yaşayan ve kendilerine teba-ı sadıka adı verilen Ermeniler üzerinde oynanan oyunları da unutulmamalı. Bu konuda kurtuluş savaşı kahramanı Kazım Karabekir Paşa’nın anıları bize güçlü bir ışık tutuyor.

Karabekir Paşa, bin yılı aşkın bir süredir birlikte yaşadığımız Ermenilerin sevimli ve sempatik özelliklerini, o yıllarda, çok samimi bir dille bakınız nasıl ifade ediyor:

“Van’ın ‘Şahın Bağları’ vardı. Dünyanın en nefis üzümleri burada yetişirdi. Bu bağları ilk ortaya çıkaranın Karamanlı hemşehrilerimiz olduğunu babam anlatırdı..

Sultan Fatih pek sık ve çok olan Karaman halkından bir kısmını Rumeli’nde Manastır ve Debre dolaylarına ve Anadolu’dan Van’a göç ettirmekle, siyasi olduğu kadar da oraların her hususta terakkisine ve kalkınmasına sebep olmuş. İşte meyvecilik ve üzümcülükte öteden beri pek mahir olan Karamanlılar Van’ı cennete çevirmişlerdi. Hala Karaman’dan gelen ailelerin torunları burada tanınmış ailelerdir…

Bizi birkaç kere Şahın Bağları’na götürdüler…

Geniş bir saha. Herkesin servetine göre birkaç uzun arkı da vardı. Arklar arasındaki yüksek toprak kısmı iki sıra üzüm çubukları.

Bu sıraların biri bazan bir Türk’ün diğeri de bir Ermeni’nin. Arada ne çit var ne duvar.

Bizi davet eden Türk’tü. Onun tarafında üzüm salkımlarını koparırken, yandaki arktan da Ermeni kızları yanlarında erkek olmaksızın sepet sepet üzüm topluyorlardı.

Bize güzel salkımlar da verdiler ve konuştular.

Türk’ü Ermeni’si bir arada üzüm topluyordu. Bunlar sanki o cennet köşesinin müşterek sakinleriydi. Ne kaba bir hareket, ne ahlaksızca laf atma görülmüyor ve işitilmiyordu.”

Evet Kazım Karabekir Paşa’nın anlattığı bu Ermeniler 1915’te isyan eden o Ermenilerdi.

Peki nasıl oldu da bu hale düşmüşlerdi?

Karabekir Paşa şöyle açıklıyor:

 ‘İşte bu melekler gibi yaşayan bu halktır ki, Avrupa siyasetine kurban olarak birbirini boğazlayacak ve birbirinin evini barkını yakacaktır. İşte meşhur kutup kaşifi Nansen de, Cemiyet-i Akvam murahhas üyesi olarak bir heyetle,1926’da, Ermenistan’ı dolaştıktan sonra, yazdığı eserin sonunda şu sözleri söylemek zorunda kalacaktır; ‘Avrupa politikasına karıştırılan Ermeni halkına yazık oldu. Bir Avrupalı diplomatı tarafından adının hiç ağza alınmaması kendisi için daha hayırlı olurdu.”

Ama Avrupalı diplomatlar Ermenileri dillerine dolayacak ve bu da, Ermeniler için hiç de hayırlı olmayacaktır.[1]

Durum bu.

Her yol Osmanlı topraklarının ele geçirilebilmesi için farklı etnik ve dinsel kimliklerin içeriden kışkırtılması meselesine çıkıyor tıpkı bugün gibi…

Şimdi bugüne bakıyorum..

Kod Fetö soruşturması var, yerli ve yabancı işbirlikçiler eliyle yapılmış bir darbe teşebbüsü soruşturması var… Gerçekten de Cumhurbaşkanı sayın Erdoğan’ın bu Fetö hakkında söyledikleri az bile; yakın Türk tarihinin en ağır en sinsi en kalleş kalkışması bu!..

Daha da ileri giderek söyleyeyim Türk tarihinde böylesi bir ihanet hiç görülmedi; hem devleti vurdular, hem milleti vurdular hem de ordumuzu sırtından vurdular bu hain yerli ve yabancı işbirlikçiler!

Ve bu dünyada eşi benzeri görülmedik casusluk tezgahı kurdular, sadece askerin değil ülkenin siyasette, ekonomide ve sanayide en önde isimlerini fişlediler.

Biyografik istihbarat yapıp kayda geçtiler, yabancı istihbarat örgütlerinin eline geçmesine kapı açtılar.

Yine bu konuda Erdoğan haklıydı, bu ihanetin arkasında ABD vardı, doğrudur ancak belki bir nokta eksikti: ABD’nin yanında İsrail de vardı, İngiltere de ama olsun hepsi zaten aynı kapıya çıkıyordu.

Dış mihraklar dediği de doğruydu ancak şu iç mihraklar kimlerdi, işte o hala açığa çıkmış değil!

Ama bu da önemli bana sorarsanız, asıl mesele -ABD, İsrail ve İngiltere değil- bu vakayı tetikleyen iç mihrakların kim olduklarını bilmek!

Şu an için bu belli resim net olarak ortaya çıkmamış gibi görülse de daha gidecek yolumuz var, birlikte göreceğiz, bu coğrafyada hiçbir şey gizli kalmaz…

Öte yanda…

Gerçi yıllardır bu ‘F Tipi’ idi, biliniyordu ama bir gecede ansızın F’den FETÖ’ye geçilmesi karşısında herkes şaşırdı. Bülent Arınç dahi bizzat özel yayın yapıp “bana şimdi ‘sen ne de ahmaksın, neden göremedin bunu’, diyebilirsiniz… Ama sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan da F’nin o gece FETÖ olduğunu anladı, sayın Genelkurmay Başkanı da öyle, onlar da göremedi” diyerek ortalığı daha da bulandırdı ama neyse, tekrar geleceğiz bu konulara, şu bölümü bitirelim.

Bu hain Fetö’nün tezgahıyla hedef alınan kim oldu? Türk Ordusu!

Peki, sırtından başka kim vuruldu? Hem Türk Ordusu hem de Türk Milleti.

Baksanıza 15 Temmuz ihanet darbesi üzerinde bir yılı aşkın zaman geçmiş ama hala askerler gözaltına alınıyor, hala öğretmen, hakim, savcı, memur, işçi, emekli, polis gözaltına alınıyor…

Millet duman, ordu duman!..

Yani?

Yani sadece bu sonuçlara bakarak şunu söyleyebiliriz; Kod Ergenekon’da yarım kalan kumpas kod Fetö ihanetiyle tamamlanmış oldu!

Öyle ya birincisinde Türk Ordusu içinde silahlı çete bulunamamıştı ama şimdi var. Birincisinde kanıtlamış cinayet yoktu ama şimdi var ve birincisinde ihanet yoktu ama şimdi ordu içerisinde bir grubun ihaneti de var!

Küçük bir not: Kod Ergenekon davası daha bitmedi, ilk davada verilmiş kararlar ‘suç yok örgüt yok kumpas var’ deyip bozuldu ama hala aynı kişilerin yargılaması sürüyor. Oysaki yargı için bu bir günlük işti bu; ilk davanın bozulma gerekçelerini alıp bir günde tüm askerleri beraat ettirmek mümkündü ama görüyorsunuz işte yapmıyorlar…

Diyeceğim o ki  Kod Ergenekon’da yapılamayanlar şimdi vatan haini yerli ve yabancı işbirlikçilerin tezgahıyla kurulmuş kod Fetö’yle yapıldı ve süreç işliyor…

Tabi bu noktada şunu da aklın bir köşesinde tutmak lazım; neden bu soruşturmaya Ergenekon ismi kod adı olarak verildi?

Ergenekon biz kendimizi, bildik bileli ve de işin gerçeğinde Türk Milletinin yaratılış destanının adıydı, adıdır ve  hala da öyledir ama…

Bu soruşturmayla birlikte bu destanın adı terörle şiddetle cinayetle yan yana getirildi ve yetişen neslin hafızasından bu kutsal yaratılış destanı silindi.

Bakın bir çevrenize, Gençlik ‘Ergenekon’ ismini dahi telaffuz etmeye korkar hale getirildi. Tarihin en büyük algı operasyonu da bu oldu, İsrail’in filmler ve semboller üzerinde yaptığı algı operasyonlarını fersah fersah geçti ve bir ulusun kutsal yaratılış destanına kara bir gölge düşürülerek unutulmaya terk edildi.

Tesadüf mü bu derseniz, hayır, hepsi bilerek, bilinçli, hepsi bir planın parçası…

Burada bir not daha, yine hatırlayalım şu Kod Ergenekon sürecini…

Daha Ümraniye’de el bombaları bulunur bulunmaz neredeyse yüzlerce kitap yazdılar, ekran ekran dolaşıp millete masal anlattılar. Ama o süreçte yine Show Tv ve NTV canlı yayınlarında sizlerin huzuruna çıkıp bunun bir kumpas olduğunu, Zekeriya Öz’ün görevden alınıp yargılanması gerektiğini söylemiştim ta 2008’lerde.

Ne oldu sonuçta?

Kod Ergenekon Kod Balyoz diyerek çığlık atıp bir anda onlarca kitap yazan kalemlerin hepsi yalan çıktı, bizim her bir sözümüz ise gerçek…

Şimdi haklı olarak soracaksınız ‘neden tüm bunlar’ diyerek…

Sorarsanız da haklısınız, onca kumpaslar onca tezgahlar durup dururken hep biz Türk Milletinin ve biz Türk Ordusunun başına gelecek değil ya, elbet bir nedeni olmalı.

Şu Türk Ordusuna garez meselesini bitirelim…

Dedim ya ortada görülen bir kin ve intikam bulutları var ve gökyüzünü kaplamış, bunun hedefinde de sadece Türk Ordusu değil, sadece Mustafa Kemal’in Askerleriyiz diyenler de değil, Ne Mutlu Türk’üm diyen herkes, Atatürk diyen Cumhuriyet diyen herkes bu hedefte!.. Çünkü bu Tevratsal Büyük İsrail’i o dönemde köstekleyen hatta çökertenler, onlara göre işte bu Cumhuriyeti kuranlar, onu yaşatanlar ve sahip çıkanlar…

Bu bakışla bu İsrail’i klasik bir devlet olarak görmemek lazım. Bu aynı zamanda bir kale, Hristiyanlık ve Museviliğin kalesi, kutsalların kalesi. Bu aynı zamanda ABD ve İngiltere’nin Ortadoğu’daki köprübaşı.

Yani o yıllarda İngilizlerin İsrail projesinin sekteye uğratılmış olması demek, ABD ve İngiltere’nin Türkler karşısında yenilmiş olması demektir.

Bu aynı zamanda Bizanslılar için ikinci Malazgirt yenilgisidir.

Zaten meselenin bir yönü de budur, öfkelerinin altında yatan da işte bu büyük yenilginin hafızlardan silinemeyen şokudur.

Şimdi bunun rövanşları oynanıyor…

Bu anlatılanlar Ermeniler’le ne alaka diyorsanız..

Tıpkı 1. Dünya Harbi’nde olduğu gibi bugün de Türkiye’yi hedef alan BOP milli mücadele parçaladığımız Sevr işgal projesinin günümüzde Siyonist Taşnak Pontus versiyonudur.

Dilerim.. Etnik ya da dini özelliği ne olursa olsun, Cumhuriyeti birlikte kurduğumuz kardeşlerimiz adı BOP olan bu tuzağa, 1. Dünya Harbi’nde ve Sevr’de düştükleri gibi düşmez.

Erdal Sarızeybek

Araştırmacı Yazar

Menora/ Işığın Gölgesindeki Darbe


[1] Kazım Karabekir, Ermeni Dosyası, s. 14,Emre Yayınları No: 28, Yakın Tarih Dizisi No: 17, Ocak 1995.

Başa dön tuşu