Siyaset

Menora.. ‘Işığın Gölgesinde’

Ben bir Türk subayıyım.

Emekli olsam da, aklım ve yüreğim ülkem ve milletimde.

İstiyorum ki çekilen onca acı ve zorlu mücadeleden sonra hiç değilse gözlerimiz açık gitmesin, çocuklarımız huzur ve güven içerisinde gelecek kaygısı olmadan yaşayabilsin.

Şu an büyük bir endişe içerisindeyim. Ufukta dolaşan bir kara bulutun ansızın üstümüze çökebileceği ve yüreklerimizi daraltabileceği endişesiyle geçiyor şu son günlerim.

Uyku tutmuyor. 

Korkulu rüya ise hiç görmek istemiyorum.

Size içimde kopan fırtınaları anlatıyorum…

Türkiye bir darbe teşebbüsü yaşadı, sonuçlarını da hala yaşıyor. Geçmiş yıllarda da böylesi darbeler yaşanmıştı ancak bu vaka bir başka… Her şeyden önce bu kalkışmanın bir amacı yokmuş gibi görünüyor. Doğruysa eğer bu, amacı olmayan bir darbe neden yapılır diye sormadan edemiyor insan.

Bunu ben söylemiyorum, dönemin Genelkurmay Başkanı emekli orgeneral Işık Koşaner söylüyor, ‘amacının ne olduğu belli değil’ diyor. Üstelik ‘Göründüğü kadarıyla askeri planla alakası yok. Hatalı, zayıf, düşünülmemiş. Bizim tabirimizle kurmay emeği yok denecek kadar üstünkörü planlanmış’ diyerek önceki tespitini de güçlendiriyor.

Peki, bu amacı olmayan darbe ne demek?

Bir ülkede darbeler iki farklı amaç için yapılır; ya o ülkedeki genel siyasi gidişatı değiştirmek ya da mevcut siyaseti güçlendirmek. Hatırlayınız 12 Eylül 1980’i, ülkede darbe oldu ve mevcut siyasi iktidar değiştirildi. Böylece hem iktidar hem de ülkede izlenen genel siyaset aynı anda değiştirildi. Zaten darbenin amacı da buydu. İşin trajik yönü, bugün FETÖ denilen ama o zamanlar cemaat diye anılan bu yapıya da o darbeyle kapı açıldı.

Ve hatırlayınız 27 Nisan 2007 muhtırasını -ki o da bir darbe teşebbüsüdür- iktidara tuhaf bir askeri muhtıra verildi ve böylece yönlendirilen siyasi rüzgar mevcut siyaseti daha da güçlendirerek iktidara taşıdı. Yani darbeler bir amaç için yapılıyor, mutlaka siyasi bir hedefi oluyor.

15 Temmuz’a gelince…

Bu kalkışmada ‘siyasi hedefin olmadığı’ söyleniyor ancak pür dikkat kesilmiş bir asker gözünün resmi ifadesinde durumu böyle açıklıyor.

İşte bu nedenle bu darbe bir başka!

Gerçekten de bu vakaya sonuçları itibariyle bakıldığında, ülkede siyasi iktidar alaşağı edilemedi ama siyasi açıdan ülkede çok şeyin değiştiği açık: Askeri okullar, askeri hastaneler ve askeri yargı yeniden dizayn edildi. Ötesi biliniyor zaten, bu değişim süreci hala devam ediyor.

Ve işte böylesi köklü bir değişimin gerekçesi 15 Temmuz oldu. Yani iyi ya da kötü, bu değişim rüzgarlarıyla bu vaka arasında bir şekilde bir bağ var.

Şimdi bu tespitleri bir kenara koyalım ve Koşaner’in ‘Göründüğü kadarıyla askeri planla alakası yok. Hatalı, zayıf, düşünülmemiş. Bizim tabirimizle kurmay emeği yok denecek kadar üstünkörü planlanmış. Amacının ne olduğu belli değil. İyi bir plan olduğunu kimse söyleyemez bende söyleyemem ” ifadesine bakalım.

Bu süreçte Türk Silahlı Kuvvetleri’nde 359 general ve amiral vardı, aşağı yukarı bunların 168’i tutuklandı. Hatta bazı haberler bu kadronun %50’den fazlasının bu kalkışmada fiilen yer aldığını işaret ediyor. Buna karşılık dönemin Genelkurmay Başkanı Koşaner diyor ki, ‘bunun askeri planla ilgisi yok, hatalı, zayıf, düşünülmemiş, bizim tabirimizle kurmay emeği yok denecek kadar az’.

İşte bu darbe teşebbüsünün diğerlerine göre bir başka deyişim bir nedeni de bu; komuta heyetinin tamamı kurmay olduğu düşünüldüğünde bu vaka ile bu kurmay aklı arasında anlamlı bir bağ olmalı. Baksanıza kurmay heyetinin neredeyse yarısı bu darbeye katılmış ama uygulanan planın bir kurmay aklı olmadığı ileri sürülüyor. O zaman da insan ister istemez kendine soruyor; kim neden yaptı bu ihanet planını diyerek…

Gerçi bir başka da olsa, kurmay eli değmemiş de olsa sonuçta ülke böylesi kalleş bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kaldı ve hala bunun ağır sonuçlarını yaşıyor.

Hepimiz bu hain kalkışmayı yapanları gerçek yüzlerinin ortaya çıkarılmasını ve hak ettikleri cezaya da en ağırıyla çarptırılmalarını istiyoruz ve bekliyoruz ama bu gidişle bu iş zor…

Zor çünkü…

Suç tek, suçun çıkış yeri tek ama dava tek değil!..

Şu anda ülkenin birçok kentinde ayrı ayrı davalar açılmış, ayrı ayrı yargılamalar halen sürüyor. Oysaki yürürlükte olan yasalara göre devam eden suçlarda suçun çıkış yeri esas alınarak tek davada hepsi birleştirilir ve kısa sürede sonuca gidilebilir ama nedense bu yapılmıyor.

Biz bunu Kod Ergenekon Kod Balyoz gibi davalarda da görmüştük…

Önce ayrı ayrı davalar yine farklı yerlerde açılmış ama sonra, hepsi Silivri adıyla tarihe geçen tek davayla tek çatı altında birleştirilmişti. Gerçi sonradan bu davanın kumpas olduğu açığa çıktı, karar esastan bozuldu ve yeniden yargılanmaya geçildi ama özünde yargı usulü açısından tek çatı altında birleştirilmiş olması doğruydu.

Ama şimdi?

Türkiye’nin önünde böylesi ağır ve trajik bir tecrübe var iken, yeniden aynı hataya düşülerek her ilde ayrı dava açılması bir garip çünkü böyle giderse bu davalar bitmez.

Neden Bitmez?

Şimdilik bekleyelim, her mahkeme ayrı bir karar versin bakalım. Ama gün gelecek itirazlar başlayacak, bir aklı selim hakim çıkacak ortaya, ‘aynı suç, aynı yer, aynı konu’ deyip tüm bu açılmış davaların birleştirilmesini isteyecek… Göreceksiniz varsa verilmiş kararlar bozulacak, sonrasında birleştirilip Ankara’da tek çatı altında tek dava açılacak ve süreç sil baştan devam edecek… Çünkü Türkiye tıpkısının aynısını Kod Ergenekon davalarında gördü ve yaşadı.

Görünen köy şimdilik bu!

Ha şu da olabilir, her mahkeme ayrı ayrı karar verir, sonra Yargıtay’a gönderilip onaylatılır, Anayasa Mahkemesine bu konuda yapılacak başvurular da muhtemeldir ki reddedilir, böylece iç hukuk yolları tüketilmiş olur. Sonrasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gidilir belki ama yine bu davalar hiç bitmez.

Hatırlayınız kod Ergenekon’u…

Yargılamaya 2007’de başlanmıştı, şimdi yıl 2017 ve bu dava –söylediğim usule uyulmadığı için- şimdi sil baştan görülecek ama on yıl geçti aradan, büyük mağduriyetler var, dahası da gelecek gibi. Ama şimdi bu böyle olmamalı…

Bu konu üzerinde niye ısrarla duruyorum, çünkü bu 15 Temmuz gerçekten bir başka…

Türk tarihinde ilk kez Türk Milleti kendi ordusu içine sızmış işbirlikçiler eliyle sırtından vuruldu, tarihte böylesi bir örnek yok!

Bakın Türk Milleti nasıl vuruldu…

Ocak 2017 itibariyle, Adalet Bakanlığı yetkililerinden alınan bilgiye göre darbe girişiminin ardından şu ana kadar 103.850 şüpheli hakkında işlem yapılmış. Soruşturmalar çerçevesinde gözaltına alınanlardan 41 bin 326’sı cezaevlerine konulmuş.

Tutuklananlar arasında 2 bin 286 adli ve idari yargıda görevli hakim ve savcı, 104 Yargıtay, 41 Danıştay, 2 Anayasa Mahkemesi, 3 Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) üyesi, 168’i general olmak üzere 6 bin 325 asker, 7 bin 624 polis, 17 vali, 74 vali yardımcısı ve 100 kaymakam da bulunuyor…

Yani?

Durum açık; haklarında işlem yapılan sivilin askere oranı neredeyse yüzde 90 yani kalkışmayı yapan asker ama asıl soruşturmaya uğrayan sivil olmuş, öyle anlaşılıyor. Bu demektir ki bu kalkışmadan asıl zarar gören milletin ta kendisi.

Bu tarihte bir ilk çünkü Osmanlı’da bile Yeniçeriler halka karşı kazan kaldırılmazdı, kazan Padişah’a karşı kalkardı…

Öte yanda…

Yine Türk tarihinde ilk kez Türk Ordusu kendi içine sızmış işbirlikçiler eliyle sırtından vuruldu.  Bunun da tarihte bir örneği yok çünkü neredeyse asker askere -subay subaya, astsubay subaya, general generale- silah çekti; ordunun komuta kadrosuyla subay kadrosu deyim yerindeyse dağıldı yani ordu bu kalkışmayla kendini vurdu. Oysaki bilinen darbeler siyasi iktidara karşı yapılırdı ya değiştirilir ya da güçlendirilirdi ama bu 15 Temmuz bu örneklere hiç uymuyor.

Gerçi uysa da uymasa da, öyle ya da böyle neticede bir kalkışma var, bunun doğurduğu çok ağır sonuçlar var ve haklı olarak millet bu ihaneti yapanların gerçek yüzlerini görmek istiyor, hak ettikleri cezaya en ağırından çarptırılmalarını istiyor. Ben de bunun için yazıyorum, bu kara bulutlar dağılsın istiyorum, gerçek bir an önce ortaya çıksın istiyorum. Çıksın ki hepimize ibret olsun, bir daha Allah Türk Milleti, Devleti ve Türk Ordusuna böyle bir zeval göstermesin.

Bu önemli…

Eğer ki bu hainlerin gerçek yüzleri ortaya çıkarılamaz ise, bu dava da Kod Ergenekon’da yaşanıldığı gibi ötelenir ve sürüncemede bırakılır ise, yarın bu Türkiye için daha ağır bir tehdit oluşturabilir. Bugün gizlenen hainler yarın başka bir kılıkta başka kurumlarda ortaya çıkabilir ve  asıl o zaman şimdi söylenildiği gibi bir beka sorununu Türkiye yaşayabilir.

Bu nedenle bu vaka her yönüyle çözülmeli, karanlıklar güçlü bir ışıkla aydınlatılmalı, millet gece yatarken başını yastığa koyduğunda rahat bir uyku yüzü artık görmelidir.

Peki, nasıl olacak bu iş?

Öyle ya daha bu kalkışmayı yapan çete hala ortaya çıkmış değil, o onun üstüne o da onun üstüne atıyor, uzadıkça uzuyor iş. Daha bu darbe mesajının kimin emriyle hazırlandığı ve kim tarafından askeri birliklere çekildiği belli değil; Ankara’daki karargahtan verilen emirlerle askeri sokağa çıkartan baş sorumlular hala belli değil.

İşin garibi… Davanın ‘Bir Numarası’ Tümgeneral Mehmet Dişli diyorlar, yargılama bu eksende gidiyor ama bu generalin kardeşi Şaban Dişli, Cumhurbaşkanlığı makamına başdanışman yapılıyor dolayısıyla –bırakın davanın bitmesini- akıllar da karışıyor.

Dahası…

15 Temmuz günü için Cumhurbaşkanı açıklama yapıyor ‘ben eniştemden öğrendim’ diyor; Başbakan Yıldırım açıklama yapıyor, ‘ ben Genelkurmay Başkanı’nı, MİT Müsteşarı’nı aradım ama ulaşamadım’ diyor…

Yine aynı gecenin gündüzü saat 16.30’da Genelkurmay Başkanı Orgeneral Akar, MİT Müsteşarıyla toplantı yapıyor. Ortada anormal bir durum olduğu açık. Gerekli emirler veriliyor ama tüm bunlara rağmen bu kalkışma önlenemiyor. Üstelik Deniz ve Hava Kuvvetleri komutanları da o gündüzün gecesi düğünde…

Hadi geçelim tüm bunları…

Emir komuta ettiği ordunun komuta heyetinin neredeyse yüzde 50’si FETÖ’cü olduğu iddiasıyla gözaltına alınmış, tutuklanmış bir Genelkurmay Başkanı ilk Şura’da emekliye sevk edilmeyip aynı göreve devam ettiriliyor, üstelik bu Başkan rehin alınmış bir Komutan!

Aynı tespitleri MİT Müsteşarı için de söylemek mümkün. Düşününüz ki ülkede darbe olmuş, Başbakan ne olup bittiğini öğrenmek için müsteşarı arıyor ama bulamıyor; Cumhurbaşkanı da arıyor, o da bulamıyor ve bu Müsteşar da hala görevde.

Öte yanda…

Bu ihanet kalkışması gerekçe gösterilerek ülkede ilan edilmiş bir de Olağanüstü Hal var; ülke değişiyor, kurumlar değişiyor, neredeyse rejimin değiştirildiği yönünde ana muhalefetten ağır iddialar var.

Tüm bunlar bir yana…

Bu olaylar ister yan yana ister alt altta konulduğunda, bu ihanetin yerli ve yabancı işbirlikçileri hariç, şu anda hiç kimse 15 Temmuz’da gerçekte ne olduğunu bilmiyor. Olayları yaşayan ve izleyen biz halkın kendine göre düşünceleri olsa da bir temele oturamadığı için her kafadan bir ses çıkıyor, sonuçta sürüklenip gidiyoruz…

Dedim ya bu 15 Temmuz kendinden önceki benzer hiçbir vakaya benzemiyor olsa da, yaşanılanlar var, şehitler var, gaziler var, neticede ortada bir vaka var. Tüm bunlar gözler önünde yaşlandı ama aradan bir yıl geçmesine rağmen hala öyle karanlıklar var ki insan yolda yürümeye korkuyor.

Burada amacım kimseyi itham etmek değil.

Ancak gerçekten de ülkede öyle garip şeyler yaşanıyor ki insan aklı tüm bunlara hala ermiyor. Ama artık güçlü bir ışık yakılmalı ve bu kara bulutları dağıtılmalı çünkü insanın artık yüreği daralıyor, bu resimleri bakınca bazen nefes alamaz halde kendini buluyor insan.

Bu amaçla çabalıyorum, hem ülkemde ne olup bittiğini görmeye hem de karanlıkların aydınlığa çıkması için çabalıyorum. Bu çaba içinde geleceğimizi gölge düşüren bulutları dağıtmaya gayret ederken, ferah bir aydınlığın da habercisi olmaya çalışıyorum.

Mutlaka bu vakanın ne amaçla kimler tarafından yapılmış olduğuna dair yorum değil, salt gerçeğe dayalı bir fikrin ortaya konulması ve o gerçeğin ışığında kamuoyunda bir fikir oluşması gerekiyor ki halk ülkesine, milletine, bayrağına, cumhuriyetine sahip çıkabilsin.

Ve bu çerçevede gidişatı iyi görüyorsa eğer bu siyaseti var gücüyle destekleyebilsin, yok eğer ‘kötüymüş bu iş’ diyorsa da en azından karşı durabilsin!..

Peki, nasıl olacak bu iş?

Allah’ın insanoğluna bahşettiği en büyük lütuf akıldır ve bu aklı doğru bilginin ışığında kullanmaktan kaçınarak olayların akışına sürüklenip gitmek her şeyden önce günahtır. Çünkü aklı veren ve işletilmesini buyuran Allah’tır ve değil bu ülkede dünyada hiç kimse Allah’tan büyük değildir.

Şimdi şöyle bir eskilere bakıp düşünüyorum…

Bugün için Türkiye’de herkes biliyor ki bu ülkede yıllardır ‘F Tipi’ örgütlenmesi var.

Yine herkes biliyor ki bu F Tipi’nin devlete sızmadığı neredeyse kurum kalmadı zaten bu kalkışma da bunu açık gösteriyor.

Şimdi bu ‘F Tipi’ dış destekleri olan -ABD gibi, İsrail gibi, İngiltere gibi- yasa dışı bir yapı. Zaten FETÖ dedikleri de asıl olarak bu yapı!.. Cumhurbaşkanı Erdoğan da bu yapıyı tanımlarken ‘tabanı ibadet, ortası ticaret, tavanı ihanet” ifadesini kullanmıştı ve haklıydı.

Ama öte yanda..

Bbu ‘F Tipi’ne karşılık, bu ülkede bir de siyasi, dini, kültürel, ekonomik ve sosyal alanlarda faaliyet gösteren bir Cemaat var. 15 Temmuz’a kadar da herkes buna Gülen Cemaati diyordu, Cumhurbaşkanı’ndan Bülent Arınç’ına kadar…

Bu Cemaat ‘F Tipi’ gibi değil, yasa dışı değil, örgüt değil, dış desteği yok, garibinden gurebasına, işçisinden memuruna bir inanç biçimine bağlanmış insanlar. Kaldı ki bu insanları bu Cemaat’e yönlendiren de devleti yöneten siyaset! Hatırlayınız Türkçe olimpiyatlarını, belediyeler eliyle halkın akın akın götürüldüğünü hatta Darphane’de hatıra paralar basıldığını…

Şimdi bize diyorlar ki –Bülent Arınç söylemişti bunu- bu Cemaat bir gecede terör örgütü oldu! İşte bunu akıl kabul etmiyor, yıllardır siyasetin hatta devletin desteğinde yürüyen bir cemaat bir gecede nasıl oldu da terör örgütü olmuş ve hiç kimsenin de haberi olmamış?

Şimdi bize diyorlar ki –bunu da Sayın Erdoğan söylemişti- 17/25 Aralık milat, bu tarihten sonra bu cemaate destek veren varsa, hepsi terörist!

Şimdi yine olmadı…

Eğer ki 17/25 Aralık büyük yolsuzluk davası bir kumpas ise, bu kumpası da hükümeti devirebilmek için darbe niyetiyle ‘F Tipi’ yapmış ise ve bunu yaptığı için de terör örgütü olmuş ise neden öyleyse aynı anda bu terör örgütü etkisiz hale getirilmedi de 15 Temmuz beklendi? Öyle ya Bekir Bozdağ çıkıp diyordu ki ‘biz bu Gülen’i biliyoruz, devlet de biliyor’… Madem devlet biliyordu da neden yeri ve ini bilinen bu ‘F Tipi’ yok edilmedi?

Kaldı ki 15 Temmuz gerekçisiyle gözaltına alınan, tutuklanan, işten çıkarılan sivillerin tamamı ‘F Tipi’ değil ki!.. Onlar cemaat yani Bülent Arınç’ın deyimiyle Hizmet Hareketi… Ama şimdi Bank Asya’ya para yatırmış ya da Gülen’le resim çektirmiş olanlar da bu çuvalın içinde, neden?

Bu siyasetin içinde Gülen’le kol kola resim çektiren, aynı masada yemek yiyen, ‘ne istedin de vermedik’ diyen o kadar siyasetçi var ki… Onlara dokunulmaz iken garibe gurebaya dokunulmasını insan aklı anlamakta zorluk çekiyor.

Mağduriyet ise eğer, ben de FETÖ mağduruyum; Zekeriya Öz yüzünden yıllarca soruşturma geçirdim, maddi ve manevi ağır kayıplarla karşı karşıya kaldım. Şu an hakkımdaki tüm soruşturmalar düştü ama onun kumpası geçtiği her yerde derin izler bıraktı, hala bunu yaşıyoruz.

Bu konuda yani 15 Temmuz ve arkasındakiler konusunda bir şey söyleyebilmek için uzman olmak gerekiyorsa eğer, ben de uzmanım; ülkenin yetim hakkı kul hakkıyla besleyip büyüttüğü, eğitip yetiştirdiği alanında sayılı uzmanlardan biriyim, hep devlet parasız yatılı okullarında okudum ben.

Tecrübe de olmalı diyorsanız, bu ülkede birinci hat hudut boylarında üst üstte ve tam on yıl görev yapmış nadir subaylardan biri de benim, ömrüm terörle mücadelede geçti, hala da öyle geçiyor. Dolayısıyla bu ülke ve bu devlet bizim de sözlerimizi işitmeli, boşa geçmedi bu ömür.

Benim sözüm özünde şudur; 15 Temmuz siyasi askeri bir komploydu, ister adına darbe teşebbüsü deyin ister kalkışma deyin ister ihanet deyin ama neticede bir komplodur. Dünya tarihinde böylesi komplolar çok yaşanmıştır, tarihimizde de örnekleri vardır.

Bu tür komplolar başlangıçta kurgulanırken ‘çözülsün’ diye değil, çözülemesin, gerçekler ortaya çıkmasın diye tezgahlanır. Bakınız Hırant Dink cinayetine hala çözülemedi; bakınız Uğur Mumcu cinayetine hala çözülemedi. Oysaki her ikisi de siyasi komploydu: İlkinde bir algı operasyonuyla Türkiye’de siyasete yön verildi, Ermeni propagandaları güçlendirildi; diğerinde ise siyasetin komplolarını çözmek gayretinde olan Mumcu suikastla öldürülerek tekrar bu yola çıkmak isteyenlere gözdağı verildi yani mevcut siyaset gizlenerek güçlendirildi.

Aslında Yaşar Büyükanıt’ın 27 Nisan sözüm ona muhtırası da bir askeri komplodur ama üzerine gidilmedi. Bu akla ziyan sözde muhtırayla öfkelendirilen halkın siyasete bakış açısı yönlendirilmiş ve mevcut siyaseti desteklemesi sağlanmıştı. Muhtıra suçsa eğer o da bir suçtu ama görmez ve duymazdan gelindi.

Oysaki aynı Büyükanıt söz konusu muhtıradan 15 gün önce basın toplantısı yapmış, Özal’la başlayıp Erdoğan’la devam eden siyasetin neredeyse ihanete düştüğünü ifade eden sözler kullanmıştı hani şu ‘özde değil sözde cumhurbaşkanı istiyoruz’la başlayan basın toplantısı.

Ama sonrasında her ne hikmetse Büyükanıt yön değiştirdi, askeri siyasi bir komploya kendini konu etti. Bu komplo da yine her ne hikmetse mevcut siyasete yaradı, yeninden iktidar oldu. Sonrası biliyorsunuz zaten şu ünlü Dolmabahçe görüşmesine çıkıyor, ardından da kod Ergenekon kumpasına…

Diyeceğim o ki böylesi komplolar çözülmesin karanlıkta kalsın diye tezgahlanır. Başarıya ulaşırsa o ülkede ya siyaset değişir ya da mevcut siyaset hızlanır, güçlenir. Başarıya ulaşamazsa zaten senaryoyu kurgulayanlar hesabını verir.

Şu anda kamuoyunda oluşan bir fikir var; diyorlar ki bu hain kalkışmayı ‘Fettullah Gülen’ yaptı. Tamam iyi hoş da eşi benzeri görülmedik böylesi bir kalkışmanın siyasi desteği olmadan olur mu ki bu iş!

Efendim ABD de işin içinde diyorlar… Doğrudur, bu ABD bu tezgahın içindedir, İsrail de vardır İngiltere de ama hangi dış mihrak olursa olsun, içeride işbirlikçi olmadan bu ağır tezgah kurulabilir mi ki!..

Dedim ya bu bir siyasi askeri komplo!..

Hangi strateji uzmanına sorulursa sorulsun, isterse dünyanın en ünlü teorisyenlerine sorulsun, bu tür komploları çözebilmenin bir yolu vardır, o da olayın sonrasına bakmak yani vakadan sonra gelişen olayları izleyip perde arkasında kimlerin olabileceğini görmek…

Bu bir yöntemdir, akılcı bir yaklaşımdır, en azından kuklaları oynatan elin görülmesini sağlayabilir. Ancak bu anlattığım özünde çok basit bir yöntemdir, ‘bu işten kim karlı çıktı kim zararlı’ gibi sorulara cevap aramak yoluyla kolayca sonuca ulaşan sade bir bakış açısıdır.

Ben böyle yapmayacağım.

Size, olsa olsa metoduyla yola çıkıp ülkemizin ve milletimizin kaderiyle ilgili böylesi ağır bir vakada asla komplo teorilerini anlatmayacağım. Bunu yapanlar her gün ekranlarda görülüyor olsa da bu yanlıştır. Berrak suyu bulandırmaktan öteye gitmez.

Ben size bu kitapta olayları, tarihleri, yerleri ve kişilikleri yan yana getirdim.

Tarihin derinliklerinde kalmış ama hiç unutulmamış tozlu resimleri tek tek ele alıp gerçeğin güçlü merceği altında aydınlatmaya çabaladım.

Kamuoyunun bir şekilde dikkatinden uzaklaştırılmış minik minik taşları –göz nuruyla işlenen oyalı bir mendil gibi- tek tek ve göz nuruyla tek bir tablo içerisinde işliyorum.

Yazdığım neredeyse her kelimeyi hep belgelere dayandırdım ki 1917- 91 arası geçen sürecin tamamı tarihi, akademik ve arşiv kayıtlarıyla doğrulanıyor. 1991’den günümüze gelen süreçte anlatılan olaylar ve kişiler zaten canlı tanıklığa dayanıyor. Ben o sayılan olayları gördüm, yaşadım, dinledim, izledim.

Ve ben gizli tanık değilim, açık tanığım. Sonuçta elbet bir resim çıkacak ortaya.

Ve siz bu resme bakıp göreceksiniz, bize uykuyu haram eden ve kabuslara yolaçan bulutların arkasına gizlenmiş gerçeği göreceksiniz.

İnanıyorum ki bugün karanlıkta kaldığını düşündüğünüz her olayın aslında o ışığın gölgesinde değil, gerçeğin aydınlığında ve gözlerimizin önünde cereyan ettiğini görecek ve bir karara varacaksınız.

Ve her şey ortaya çıktığında verilecek bu kararın ülkemiz, milletimiz ve çocuklarımınız geleceğini aydınlatacağından hiç şüpheniz olmasın.

Erdal Sarızeybek

Eylül 2017, Ankara

Menora/Işığın Gölgesindeki Darbe

Başa dön tuşu